22.10.2008

75






Fotoğraf çekmek şa'ane bir his bilog, günlük yazmak da öyle; sonra makinenin perde ömrü olayını düşünmek gerekli; değil mi günnük? Çat, pat çek sen, perde çatırdarsa at makineyi çöpe, gelsin yeni makine; hay anasını...


Neyse çatlayana kadar foto. Uzun zamanlardan beridir, ilk defa kendimi akşamki kadar iyi ve ruhumu rahat bırakmış hissettim. Hiçbir şeyi düşünmeden, ruhum ağzımdan çıktı gitti sanki, döndüğünde büssürü hikayeleri vardı, konuştuk, konuştuk; güldük. Gördüklerini anlattı, hani hepsini anlatmadığını biliyorum, ne zamandır böyle güzel konuşmamıştık, ruhum ve ben; eski günlerdeki gibi, nasıl özlemişim.


En çok neye sevinmiştim biliyor musun kitap biterken, barda tekrar karşılaştılar ya, haha nasıl bir sevinç oldum, anlatamam. Okuyucu hep bunu bekliyor demek ki, genel tabir bu işte, ne yaparsan yap bu; değişmez.


Şimdi aklımda onca şey, Cihan geliyor, anlatıyor da anlatıyor, sonra hop gidiyor mesela şimdi de öyle oldu, sabah içtiği votkadan değil, güzelliğinden olsa gerek diyorum, hep anlatma ihtiyacı onda da mevcut işte, anlatıp gidiyor, hastasıyım gitmelerinin. Komik.


Makine dairelerinin kendine has kalabalıklığı ve heybetli duruşu hasta ediyor beni, seviyorum. Kargaşa, heybet, ayrıntı, mekanik, ışıklı panolar, karanlık, ışık huzmesi, Jeff, Calla bunlar sefdiklerimin arasında bugün, akşamki kafe kanyağımın kıvamı da şa'aneydi bu arada, basıp üzerinden geçemem. Nazomun meyiliyle işe başladım, sevindirik oldum, zaten akşam iş çıkışı çok mutluydum, huzur ve rahatlık vardı havada, ben içinden süzülürken, ıslıklar, alkışlar, konfetiler, daha neler, neler; ne coşturucu şeyler bunlar. Flaş kullanmak gereksiz, varsın olsun grainler, çatlaklar fotolarımda, kime ne zararı var ki, ben onları seni sevdiğim gibi, olduğu gibi seviyorum.



Uzun, uzun anlatmak istedim. Şimdi hiçbir şey düşünmüyorum, ne doğrularını, ne de yanlışlarını bir şeylerin, olması gerektiğinden olan onca şeyler gibi esasen, giderken ki gülümsemem gibi ya da ne bileyim, şimdi bu herkese soyut anlatımlar, kavrayamamalar, ne önemi var ki okuyucu, sen okuduğundan beridir, dün huzura erdim.


Bazen bizim olması gerekmediğini biliyorsun işte, bizim olmasa da seviyorsan, her vazgeçişinde daha çok senin oluyor. Elinde bir tutam saçımla gelsen şimdi, koklayıp içimize çekerdik, savururduk göğe, bir tutam saç işte, değerken yüzüne hissettirdiğinden öteye gidebilir mi?


İnan önemli değil diyorum, sonsuza kadar yaşayabileceğimin sinyallerini verdi dün gece, gecenin bir yarısında mutluluktan uçan başka bir ruh gördün mü sen dün gece? İnan değil işte, ne konuşursak, ne paylaşırsak paylaşalım, hissettiklerimin ötesine geçemiyor hiçbir şey, şimdi ben, Nazom, Banum sarılıp birbirimize göğe bakıp ağlıyoruz, gerisine de el sallıyoruz, herkes o kadar yoğun ki, o kadar çok işi var ki, sıkılmaya bile zamanları yok gibi, sıkıldığım zamanları ve huzuru bulduğum o anı seviyorum.


Senim

Seni çok seviyorum.




2 yorum:

Banu dedi ki...

makine odalarının çarklı hırıltısını ağır sanayiye değişecek misin bilmem ama ben ağlayan üçlünün sefertascısı bilimum fidyoklip fantazyacısı olarak sahnedeyim elbette. sanskrtiçe konuşulan her yerdeyim zira :)papa "olur" dedi. biz uçtuk o zaman :)

Asuman Unsal dedi ki...

pırrr
o zaman

ağır sanayi başka postun konusu
heheh