2.10.2008

35

Nasıl ve neyin merakıydı içimde fokurdayan.



Oturduğum yerden elimi uzatmamla kitaplığa ulaşmam an meselesi, ve şa’ane durumlardan daha da şa’anesi. Halil Cibran bu gece bana göz kırptı.”Yalnız, kovalandığında hızlı koşarsın” dedi bana Cibran. “Dili, yedi sözcüğe indirmediğimiz sürece, birbirimizi anlayamayacağız”



Çok öncelerden, sanırım Edirne’den, İstanbul’ a yeni yerleştiğim dönemlerdi. Çok yıl olmuş yahu, Cibran’ın May e yazdığı aşk mektuplarını okumuştum. O zaman ne yazdığı değil de, sanırım mektup okumanın fütursuzluğu cezp ediciydi, sonra okudukça geçti bu hissim. Hep mektubu nasıl sonlandırdığını okurdum önce, “Tanrı seni korusun, seni sakınsın May. Cibran Halil Cibran” hep bu şekilde biterdi

Bir keresinde “ İyi geceler, güzel yüzlü” diye bitirmişti diye hatırlıyorum.

May, şanslı kadın.



Sanırım Internet olayını azaltmayı başarabileceğim, sana yazmak için ya da fotolar için açıyorum bu mereti; gerisi satır arası gömüleri, biraz film, biraz kahve, biraz mırıl uykusu, biraz da salıverdiğim ben…





Saçlarım süper oldu, akşamüzeri Bilge geldi, ay çok sevindim, şaşırdım, bu hallerim çok spastikçe oluyor, hep kalıyorum o esnada, hahah, süper komik asu halleri. Genzim yanıyor, hava sıcak, yeşil efe şa’ane geldi, yüzüğümün taşı düştü, ışık saçan bir penguenim var, kitabım bitti bitecek, bitsin istemiyorum, aklıma söyleyebilecek daha anlamlı bir şeyler gelmiyorsa susuyorum, sen de denemelisin, sana rubailer düzüyorum, Hayyam geliyor, çok seviyor, mit ler uyduruyorum, şimdilik çok tanrılı dönemlerdeyiz, Şaman arkadaşlar ediniyorum, acılara karanfil koklatıyorum, nazara iyi geliyor, arabamın dikiz aynasında bir deniz atı var, kurutulmuş deniz atı, kupkuru, gözleri şaşkın, ben gibi bakıyor, şimdilerde iyi anlaşıyoruz, ne dersem dinliyor, mahallemizde çok meraklı kediler var, aldığım filmlere elimi sürmedim, bu bayramı da bitiriyoruz, el işi kağıdı aldım, el işi yapacağım, pek çok kolaj kafamda, eskiden kaset kapakları yapardım, şimdi dvd kapağı yapacağım,dergiden kestiğim kadın kafalarını, adamların kafalarına yapıştırdım, çok güzel oldular, afişimi asamadım, Grace gibi ölmek ister miydim, isterdim ulan. Çok hem de. Sevgi geldi bana şans bileziği almış, artık şanslı bir insanım ona göre, değneği bozulmuş bir periyim, yüz yıllardır kitaplığımda olup da okumaya kıyamadığım bir kitaba bakıyorum, okuyamıyorum. Biri Can yayınlarıyla görüşsün mesela değiştirsinler artık şu kitap kapaklarını, çok sevimsizler. Aynı kalpler aynı yöne, aynı Atatürk ler aynı yöne, yönlerde aynılık, algıda saçma sapanlık, küçük küçük kutular, içleri küçük küçük şeyler, küçük hatıralar, büyük şeyler başarmışız gibiydi hayat oysa, küçük şeylere baktığımızda. Yükseklik korkumla ilintili olsa gerek, merdiven inmektense, çıkmayı yeğlerim. Gene gözün, gözümde; kapıyorum gözlerimi daha çok yakınlaşıyor, uyumadan geçiyor ömür bu aralar, çabuk geçse de bu ömür denilen şey, rahatlasak.



Hissiyat nasılsa, ifadesi hep şaşıyor bende, bu hep böyleydi, halen daha değişen bir şey olmadığını görmek, üzücü mü, değişmememin tek kanıtı gibi görünse de, üzülüyorum. Hiçbir hayale yer vermeden, sıvışmak en güzeli. İnsan bekler mi? Bekler. Ne bekler? Sıranın ona gelmesini belki de, belki de vapuru, ne bileyim, ne bekler ama bekler işte, unutmayı belki de, belki de yok olup, silinmeyi, belki de şıkları görmeli insan, daha kolay olurdu.





Hiç yorum yok: