3.10.2008

39



Kim olduğumun ne önemi var ki, bir keresinde bir şey okumuştum, cümle tam olarak nasıldı hatırlayamasam da, “eşek gibi hatırlıyorum esasen” “hangi kelime benim ne hissettiğimi anlatabilir ki” diyordu. Yazar derken bunu, hissettirip de yazmış, önce hissettirmiş, sonra ulan bak ne hissetti bu deyip, malzeme dayanağı yapmış.


Neyse



Ağaçlardan asılan insanlar gördüm dün gece, film izliyor gibi yapıyordum, dallardan insanlar sarkıyordu, ayın dolunay olduğu dönemde olmasak da hava da dolunay havası, fonda parlamento mavisi, gecede sis vardı, sis ve gece hahah sanatsal yapı taşlarımızdan en yakışıklı erkek cönün travmatik sanatsal dramını içeriyor okuyucu.



Hepimiz biliyoruz ki; kocaman boşluktur dünya ve kendi etrafında dönerken, akıllı insanları savurur üzerinde, senin, benim gibileri bırakır ki neşesine neşe; hızına hız katabilsin. Biliyordun değil mi okuyucu, ne mühim görevin var şu hayatta, ona göre miden bulandıysa nane şekeri iyi gelir. Olmadı bir çay kaşığı mazot içiriyoruz, kurşunsuza dönüşebiliyorsun, her şey çevre için be güzelim. Doğayı sev, yeşili koru, asuyu döv.




İşte onlar da, bunlar gibi düşünerek. Birden olmasını istemeyeceğin bir türün saldırısından kaçıp, ilk karikatürünü çizdi, ve insan gördü ki konuşmadan, çizerek daha güzel anlaşabiliyordu. Ve bu insan ötesi sapiyens ağabeylerimiz, ablalarımız; o kadar güçlülerdi ki, o kadar olur yani. Olmasalar dahi biz onlara o gözle bakacaktık, bu tarih başından. Tarih sonuna yaklaşırken, gülüp geçeceğimiz, cümle içinde hakaret niteliğine dönüştürebileceğimiz, geri dönüşümlü yaratıklardan olduklarını hiç hesaba katmamıştık, oysa. Cümle sonuna bu oysa nasıl gidiyor da, gören göz değil ki. İnsanın dört gözünün olup da hiçbirinin görmemesi ne acı biliyor musun? Lens reçetemi getirenin on yüz bin baloncuğunu uçuracağım.



Derin duygular besliyoruz arka bahçemizde, budanma zamanları gelmiş. Yan yana, yana yakıla kaptan mağara adamına ihtiyaç var. Zira kendisinin konuyla hiçbir alakası olmamasına rağmen, tek başına oda orkestrası kıvamı gösterebilecek tek çizik. Saygıyla eğilip rükuya duruyoruz. Semiallahulimenhamide. Sana da saygılar sonsuz.



O güzel insanlar, kır atlarına binip çoktan uzaklaştılar. Çixgi romanlar, erkekler ve pelerinli kahramanlar içindir. Johann Faber silgi ise benim için üretilmiş dünyanın ilk harikalarından biri. Seni sevdiğim için bu kadar anlamlıydı belki de, bilseydim beni bu kadar alaycı seveceğini baştan çıkarırdım silgimi. Korkar mıydın benden? Hahha bende olsam korkmam, senini yaptığını yapardım. Gülünecek daha ne çok insan var etrafta, aferin çocuğum asuman doğru ata oynamışsın, yine yanlış yöne koşuyor. Hahha.




Yemekli vagonun sallanmayan koltuklarından birinde Van’a yolculuk yapıyoruz. Derken gökyüzü birden ayağa kalkıyor, tren ağır kaçıyor, devriliyor; sonrası bildiğin muamma, Akdamar’da kilisedeyiz şimdi; bütün mumları üflüyorum. Dileklerini çekiyorum içime, kendimi püflüyorum geceye, hiç de sesim çıkmıyor, bildiğin salak halim, katılaşıyor, salak bir heykel oluveriyor. Ne de mutlu, umutlu salaklık. Heykeli yapılacak bir mutluluk bu, heykeli dikilecek kadınım oysa. O başka bir paragrafın konusu, çok yazdım. Yeter.




Hiç yorum yok: