28.09.2008

26

*


Çok sıkılıyor muyum bazı zaman; en az, herkeste olandan daha fazlaca, peki ne yapıyoruz bu durum için, sınırlarım dahilince en muhteşemini; yani şartları kendi adına olgunlaştırıp, bünyeyi rahat bırakıyoruz. Yetinmenin görece olduğu yüz yılımızda, görev bölümü yapıp, diziliyoruz sıralarca art arda, elimizde şekerli bonbonlar, neşe çığlıkları kulaklarımızda, nasıl ama, şa'ane değil mi? Evet, en şa'anelisinden geçmek bilmeyen, şa'ane taymlar.


Hem ki, kime ne yetmiş, yeten de neymiş? Pofff. Tuhaf ama güzel.


Esasında ayrılmak istemediğimi bilerek, yarım döngüsel bir biletten oluşuyordu tüm gerçeklik. Kulağa hoş geldiğini ileri sürmediğim, kendime sakladığım o parçayı ne kadar dinlemek istediğimle de ilintili olabilirdi, şimdilerde hiçbir şey söyleyemiyoruz. Arkadaşlarımız,Juan, Dali, yağmur, fırtına, merdivenler, İngiltere-Kızılay minibüsü, ve daha pek çok şeyi bıraktığımız kocaman bir şehirdi, sadece; sadece bu kadar mıydı? Değildi de, insanın söylemediği pek çok şeyin güzelliğinden olsa gerek, söylenemiyordu işte günlük. Söylenilmemeliydi.


Daha kaç film izleyebilirim ki, ya da kaç kitap okuyabilirim, ne kadar müzik dinleyebilir, yürüyebilirim, yani nereye kadar ki? Bir zaman sınırlaması var mıydı bunların? Varsa eğer yandık. Yer, zaman kaygısı olmadan, son nefes anına kadar. Uf. Nasıl süper.


Yürürsün ya günlük, sen yürümediğinden pek bilmezsin; kaldırımla, yolun bitiştiği yerde akan yağmur suyunu yakalamak istercesine bazı zaman hayat, gözüne kestirdiğin o köpüğü ne kadar takip edebildiğinle de ilintili, birilerine de olur mu? Esasen merak da ediyor değilim de, kaybetmemek istememle de ilgili işte, ne bileyim, aptal köpük, ayrılma gözümün önünden, olur mu?


Hayat, sen kaybedene kadar oysa. Ne zaman kazandık oysa...


Şimdi uzanıyor gibi yapıyorum, dirseklerim acıyor yine. Sen ol istedim ansızın, dokunayım ya da öpeyim, ne bileyim güleyim işte, sadece sen ol diye yanındakiler garnitüründen olsa gerek. Mesela parmaklarımın değdiği yer, ıslak saçların olsa,

ıslak saçların; onca safsatanın içinde tazelenmiş varlığının hazzı olsa gerek. Ben dahi bilmiyorum.


Neyse, geçiyoruz.


Çoğu kimseler için, önem arz eden çoğu şeyin, hiçbir şey olmadığını her defasında görmek, uf. Ne yorucu bilog. Bazen diyorum ki, kendimce hiçbir şey olamamak, nasıl güzel. Gerçi çoğu etraflarca, hiç olmak zordur. Bu tamamen etraflar canın sorunu...


öteki ihtimalin sıradan cazibesi; tuhaf, evet kabul ediyorum. Belkide en olmaması gerekenin, saçmaca olmuş olması, sinir bozucu. Nasıl geçireceğiz bakalım. Oysa anlaştık; yol+yemek+ssk+hafta sonu tatili filan artı yılda iki kere maaş zammı, daha ne olacak yahu, anlaştık işte.


Arka sıraya denk gelen yaşlı çiftin, pişkinliğe dem vurmuş, olgun ilişkilerinden diyaloglarla geçiyor yolculuğum. Hayretler, hayretleri kovalarken içimde, kadından tuhaf kahkahalar, yılların ağır tahribatlı intikam kelimeleriyle karışık çıkıyor gibi... Sonunda ikisi de gülüyor ve iç geçiriyorlar, bende kitabımdaki film setine, gönlün verdiği en rahat pozisyonda dönebiliyorum.

Birden aklıma “film setine geldin mi?” diye soran sesi geliyor. Ojesiz tırnaklarımla, sahili boydan boya adımlarken, bana bakıyor olma ihtimalinden, adımlarımı çıkarıyorum. Neyse, kitabıma bayılıyorum.


...


Saat on beş otuz civarı, hava bulutlu sanırım biraz uykuluyum. Massa'ya pitten çıkma cezası veriliyor, uyanıyorum.



.





1 yorum:

canephora dedi ki...

o şehirlerden hiç dönülmüo dimi...ayın ondokuzunda kalmıştım şimdi daha huzurlu içim(=